“Ekonomide ihtiyaç nedir?” sorusuna vicdanla yaklaşmak mümkün mü?
Bu soruya ilk bakışta verilen cevap genelde basittir: “İhtiyaç, yaşamı sürdürmek için gerekli şeydir.” Ama bu cümle, kimin yaşamı, kimin sürdürmesi ve neyin “gerekli” sayıldığı sorularına dokunmadığı sürece eksiktir. Bugün, forumda bu konuyu sadece iktisat kitaplarının diliyle değil, toplumsal cinsiyet, çeşitlilik ve sosyal adalet merceğinden tartışmak istiyorum. Çünkü ihtiyaç, sadece ekonomik bir kavram değil; bir toplumun adalet anlayışının aynasıdır.
Gelin, rakamların ötesine geçelim. “Kim neye ihtiyaç duyar?” sorusu aslında “kimin sesi duyulur, kimin sesi bastırılır?” sorusuyla iç içedir.
İktisat kitaplarının nötr sandığı kelime: ihtiyaç
Ekonomide ihtiyaç, “kıt kaynaklar karşısında tatmin edilmek istenen arzu” olarak tanımlanır. Basit, değil mi? Fakat bu tanım, ihtiyaçların toplumsal bağlamdan doğduğunu göz ardı eder. Bir kadının güvenli toplu taşıma ihtiyacı ile bir erkeğin daha hızlı ulaşım ihtiyacı aynı kefeye konabilir mi? Ya da engelli bir bireyin erişilebilirlik ihtiyacı, lüks tüketim kalemi sayılabilir mi?
Ne yazık ki klasik ekonomi, “rasyonel birey” modelini merkezine alarak bu farkları siler. O birey genelde beyaz, erkek, sağlıklı, kentli ve üretken bir figürdür. Bu figürün ihtiyaçları norm sayılır; geri kalan her şey “özel durum”, “duygusal tercih” veya “yardım gerektiren istisna” olarak etiketlenir.
Kadınların empatik okuması: İhtiyaç, görünmeyeni görünür kılmaktır
Kadın ekonomistlerin, feminist iktisatçıların yıllardır söylediği bir şey var: “Ekonomi sadece üretimden ibaret değildir; bakım, duygusal emek ve görünmeyen işler de ekonominin kalbidir.”
Bir annenin yaşlı babasına baktığı, bir kadının evde yemek yaptığı, bir kız çocuğunun kardeşine göz kulak olduğu her an — bunların hiçbiri GSYİH’ye dahil edilmez. Ama bunlar olmadan üretim de, tüketim de sürdürülemez. Kadınların bu empatik ve insan merkezli yaklaşımı, ihtiyaç kavramını yeniden tanımlar: ihtiyaç, sadece mallara değil, ilişkilere ve güvene de dairdir.
Bir forum kullanıcısı şöyle yazmıştı geçen ay:
“Benim için ihtiyaç, sadece karnımı doyurmak değil, kızımın korkmadan eve dönebilmesi.”
Bu cümle, istatistiklerin asla anlatamadığı bir gerçeği özetliyor.
Erkeklerin çözüm odaklı bakışı: Sistematik analiz, eksik duygusal bağ
Erkeklerin ekonomiye yaklaşımı genellikle rasyonel, çözümcü ve verimlilik temelli olur. Bu bakış açısı, planlama ve strateji açısından büyük bir güçtür; bütçe dengesi, arz-talep optimizasyonu, üretim maliyetleri gibi konularda netlik sağlar. Ancak bu yaklaşım çoğu zaman “insani maliyetleri” geri plana iter.
Örneğin, bir kent planlamacısı “trafik verimliliği”ni artırmak için yolları genişletir ama bu sırada kaldırımları daraltarak çocuk arabasıyla yürüyen bir annenin ihtiyaçlarını görmezden gelebilir. Erkeklerin bu analitik yaklaşımı, empatik perspektifle birleştiğinde mükemmel sonuçlar doğurur; ama yalnız bırakıldığında toplumsal adalet körlüğüne yol açabilir.
“Temel” ihtiyaç kimin temeli? Adaletin sınavı burada başlıyor
Bir toplumda ihtiyaç hiyerarşisi, güç ilişkilerinin ürünüdür. Barınma, beslenme, eğitim gibi “temel” kabul edilen ihtiyaçlar bile eşit dağılmaz.
- Kadınlar hâlâ erkeklerden %18 daha az gelir elde ediyor.
- Türkiye’de kırsalda yaşayan kadınların %41’i kendi gelirine erişemiyor.
- Engelli bireylerin sadece %22’si aktif iş gücünde yer alabiliyor.
Bu veriler, ihtiyaçların kim için “karşılanabilir” olduğuna dair çok şey söylüyor.
Bir erkek için “lüks” sayılan bir kahve makinesi, bir kadının gözünde “gereksiz tüketim” olabilir; ama aynı kadının güvenli ulaşım isteği, toplum tarafından “duygusal” bir talep diye küçümsenebilir.
İhtiyacın tanımı bile güçle biçimleniyor. Parası olanın arzusu, ihtiyaca dönüşüyor; sesi kısılmış olanın zorunluluğu ise “istek” sayılıyor.
Çeşitlilik perspektifi: Aynı ihtiyaç, farklı dünyalar
Ekonomi teorisinde “ortalama tüketici” diye bir figür vardır. Ama o ortalama kişi yoktur.
Bir göçmen kadın, evini ısıtamıyorsa “enerji yoksulluğu” yaşar; bir trans birey işe alınmıyorsa “ekonomik dışlanma” yaşar; bir yaşlı yurttaş internet erişimi olmadan kamusal hizmetlere ulaşamıyorsa “dijital yoksunluk” yaşar.
İhtiyaç, herkes için aynı değildir. Bu yüzden çeşitliliği hesaba katmayan ekonomi politikaları, eşitsizlikleri çoğaltır.
Gerçek bir sosyal ekonomi, “herkese aynı” değil, “herkese adil” yaklaşır. Bu farkı kuramayan sistem, güçlülerin konforunu sürdürürken kırılgan grupların varlığını görünmez kılar.
Toplumsal cinsiyet rolleri ve tüketim kültürü
Modern ekonomi, cinsiyet rolleriyle derin bir simbiyoz içindedir. Kadınlara “bakım” alanında, erkeklere “üretim” alanında yer açılmıştır.
Bu durum, ihtiyaçları da cinsiyetlendirir:
- Kadınlar için “kozmetik” ürünler,
- Erkekler için “teknoloji” ürünleri,
pazarlama dilleriyle şekillendirilmiş ihtiyaç illüzyonlarıdır.
Gerçekte bu ayrım, kadınların görünmez emeğini ticarileştirirken erkeklerin duygusal ihtiyaçlarını bastırır. Bir kadının “rahat hissetmek” ihtiyacı lüks sayılırken, bir erkeğin “başarı elde etmek” ihtiyacı doğal görülür.
Oysa duygusal refah da ekonomik bir ihtiyaçtır. Sosyal sermaye, aidiyet, saygı, güven — bunlar da ekonomik refahın temelleridir.
İhtiyaçların politik boyutu: Ekonomide adalet, ölçümle değil değerle olur
İhtiyaçları ölçmek kolaydır: hane geliri, tüketim seviyesi, fiyat endeksi…
Ama ihtiyaçların adaletle karşılanıp karşılanmadığını ölçmek zordur.
Bir toplumda birileri “hayatta kalmak” için uğraşırken, diğerleri “marka seçmekte” zorlanıyorsa, orada sadece gelir değil, saygı da adaletsiz dağılmış demektir.
Bu noktada feminist iktisat, adaletin ölçüsünü değiştirir: “Refah” yerine “bakım”ı merkeze alır. Çünkü bakım, hem ekonomik hem ahlaki bir kategoridir. Birinin ihtiyacını karşılamak, sadece kaynak tahsisi değil, insan onuruna verilen değerdir.
Empati ve analiz birleşirse: yeni bir ekonomi mümkün
Erkeklerin analitik, kadınların empatik yaklaşımını birleştirdiğimizde ortaya hem rasyonel hem vicdanlı bir ekonomi çıkar.
Erkeklerin sistematik planlama gücü, kadınların toplumsal duyarlılığıyla birleştiğinde, ekonomik politikalar sadece etkin değil, adil hale gelir.
Bu sinerji, çeşitlilikten doğar: farklı bakış açıları çatışmaz, birbirini tamamlar.
Çünkü ekonomi, bir sayı değil; bir hikâyedir. O hikâyede herkesin yeri olmalıdır.
Forum tartışmasına davet
1. Sizce ihtiyaç, sadece bireysel bir kavram mı, yoksa toplumsal bir inşa mı?
2. Kadınların “bakım emeği” görünür hale gelse, ekonomik dengeler nasıl değişirdi?
3. Erkeklerin duygusal refahı neden hâlâ ekonomi tartışmalarında yok sayılıyor?
4. “Adil ihtiyaç” kavramını gündelik yaşamınızda nasıl tanımlarsınız?
5. Ekonomik adaletin ölçüsü sizce gelir mi, huzur mu, saygı mı?
Benim için “ekonomide ihtiyaç”, artık bir hesap değil, bir vicdan meselesi.
Peki sizin için? İhtiyaç dediğimiz şey, gerçekten kimin hayatını kolaylaştırıyor, kimin sesini susturuyor?
Haydi konuşalım — çünkü belki de en büyük ekonomik ihtiyaç, birbirimizi duymaktır.
Bu soruya ilk bakışta verilen cevap genelde basittir: “İhtiyaç, yaşamı sürdürmek için gerekli şeydir.” Ama bu cümle, kimin yaşamı, kimin sürdürmesi ve neyin “gerekli” sayıldığı sorularına dokunmadığı sürece eksiktir. Bugün, forumda bu konuyu sadece iktisat kitaplarının diliyle değil, toplumsal cinsiyet, çeşitlilik ve sosyal adalet merceğinden tartışmak istiyorum. Çünkü ihtiyaç, sadece ekonomik bir kavram değil; bir toplumun adalet anlayışının aynasıdır.
Gelin, rakamların ötesine geçelim. “Kim neye ihtiyaç duyar?” sorusu aslında “kimin sesi duyulur, kimin sesi bastırılır?” sorusuyla iç içedir.
İktisat kitaplarının nötr sandığı kelime: ihtiyaç
Ekonomide ihtiyaç, “kıt kaynaklar karşısında tatmin edilmek istenen arzu” olarak tanımlanır. Basit, değil mi? Fakat bu tanım, ihtiyaçların toplumsal bağlamdan doğduğunu göz ardı eder. Bir kadının güvenli toplu taşıma ihtiyacı ile bir erkeğin daha hızlı ulaşım ihtiyacı aynı kefeye konabilir mi? Ya da engelli bir bireyin erişilebilirlik ihtiyacı, lüks tüketim kalemi sayılabilir mi?
Ne yazık ki klasik ekonomi, “rasyonel birey” modelini merkezine alarak bu farkları siler. O birey genelde beyaz, erkek, sağlıklı, kentli ve üretken bir figürdür. Bu figürün ihtiyaçları norm sayılır; geri kalan her şey “özel durum”, “duygusal tercih” veya “yardım gerektiren istisna” olarak etiketlenir.
Kadınların empatik okuması: İhtiyaç, görünmeyeni görünür kılmaktır
Kadın ekonomistlerin, feminist iktisatçıların yıllardır söylediği bir şey var: “Ekonomi sadece üretimden ibaret değildir; bakım, duygusal emek ve görünmeyen işler de ekonominin kalbidir.”
Bir annenin yaşlı babasına baktığı, bir kadının evde yemek yaptığı, bir kız çocuğunun kardeşine göz kulak olduğu her an — bunların hiçbiri GSYİH’ye dahil edilmez. Ama bunlar olmadan üretim de, tüketim de sürdürülemez. Kadınların bu empatik ve insan merkezli yaklaşımı, ihtiyaç kavramını yeniden tanımlar: ihtiyaç, sadece mallara değil, ilişkilere ve güvene de dairdir.
Bir forum kullanıcısı şöyle yazmıştı geçen ay:
“Benim için ihtiyaç, sadece karnımı doyurmak değil, kızımın korkmadan eve dönebilmesi.”
Bu cümle, istatistiklerin asla anlatamadığı bir gerçeği özetliyor.
Erkeklerin çözüm odaklı bakışı: Sistematik analiz, eksik duygusal bağ
Erkeklerin ekonomiye yaklaşımı genellikle rasyonel, çözümcü ve verimlilik temelli olur. Bu bakış açısı, planlama ve strateji açısından büyük bir güçtür; bütçe dengesi, arz-talep optimizasyonu, üretim maliyetleri gibi konularda netlik sağlar. Ancak bu yaklaşım çoğu zaman “insani maliyetleri” geri plana iter.
Örneğin, bir kent planlamacısı “trafik verimliliği”ni artırmak için yolları genişletir ama bu sırada kaldırımları daraltarak çocuk arabasıyla yürüyen bir annenin ihtiyaçlarını görmezden gelebilir. Erkeklerin bu analitik yaklaşımı, empatik perspektifle birleştiğinde mükemmel sonuçlar doğurur; ama yalnız bırakıldığında toplumsal adalet körlüğüne yol açabilir.
“Temel” ihtiyaç kimin temeli? Adaletin sınavı burada başlıyor
Bir toplumda ihtiyaç hiyerarşisi, güç ilişkilerinin ürünüdür. Barınma, beslenme, eğitim gibi “temel” kabul edilen ihtiyaçlar bile eşit dağılmaz.
- Kadınlar hâlâ erkeklerden %18 daha az gelir elde ediyor.
- Türkiye’de kırsalda yaşayan kadınların %41’i kendi gelirine erişemiyor.
- Engelli bireylerin sadece %22’si aktif iş gücünde yer alabiliyor.
Bu veriler, ihtiyaçların kim için “karşılanabilir” olduğuna dair çok şey söylüyor.
Bir erkek için “lüks” sayılan bir kahve makinesi, bir kadının gözünde “gereksiz tüketim” olabilir; ama aynı kadının güvenli ulaşım isteği, toplum tarafından “duygusal” bir talep diye küçümsenebilir.
İhtiyacın tanımı bile güçle biçimleniyor. Parası olanın arzusu, ihtiyaca dönüşüyor; sesi kısılmış olanın zorunluluğu ise “istek” sayılıyor.
Çeşitlilik perspektifi: Aynı ihtiyaç, farklı dünyalar
Ekonomi teorisinde “ortalama tüketici” diye bir figür vardır. Ama o ortalama kişi yoktur.
Bir göçmen kadın, evini ısıtamıyorsa “enerji yoksulluğu” yaşar; bir trans birey işe alınmıyorsa “ekonomik dışlanma” yaşar; bir yaşlı yurttaş internet erişimi olmadan kamusal hizmetlere ulaşamıyorsa “dijital yoksunluk” yaşar.
İhtiyaç, herkes için aynı değildir. Bu yüzden çeşitliliği hesaba katmayan ekonomi politikaları, eşitsizlikleri çoğaltır.
Gerçek bir sosyal ekonomi, “herkese aynı” değil, “herkese adil” yaklaşır. Bu farkı kuramayan sistem, güçlülerin konforunu sürdürürken kırılgan grupların varlığını görünmez kılar.
Toplumsal cinsiyet rolleri ve tüketim kültürü
Modern ekonomi, cinsiyet rolleriyle derin bir simbiyoz içindedir. Kadınlara “bakım” alanında, erkeklere “üretim” alanında yer açılmıştır.
Bu durum, ihtiyaçları da cinsiyetlendirir:
- Kadınlar için “kozmetik” ürünler,
- Erkekler için “teknoloji” ürünleri,
pazarlama dilleriyle şekillendirilmiş ihtiyaç illüzyonlarıdır.
Gerçekte bu ayrım, kadınların görünmez emeğini ticarileştirirken erkeklerin duygusal ihtiyaçlarını bastırır. Bir kadının “rahat hissetmek” ihtiyacı lüks sayılırken, bir erkeğin “başarı elde etmek” ihtiyacı doğal görülür.
Oysa duygusal refah da ekonomik bir ihtiyaçtır. Sosyal sermaye, aidiyet, saygı, güven — bunlar da ekonomik refahın temelleridir.
İhtiyaçların politik boyutu: Ekonomide adalet, ölçümle değil değerle olur
İhtiyaçları ölçmek kolaydır: hane geliri, tüketim seviyesi, fiyat endeksi…
Ama ihtiyaçların adaletle karşılanıp karşılanmadığını ölçmek zordur.
Bir toplumda birileri “hayatta kalmak” için uğraşırken, diğerleri “marka seçmekte” zorlanıyorsa, orada sadece gelir değil, saygı da adaletsiz dağılmış demektir.
Bu noktada feminist iktisat, adaletin ölçüsünü değiştirir: “Refah” yerine “bakım”ı merkeze alır. Çünkü bakım, hem ekonomik hem ahlaki bir kategoridir. Birinin ihtiyacını karşılamak, sadece kaynak tahsisi değil, insan onuruna verilen değerdir.
Empati ve analiz birleşirse: yeni bir ekonomi mümkün
Erkeklerin analitik, kadınların empatik yaklaşımını birleştirdiğimizde ortaya hem rasyonel hem vicdanlı bir ekonomi çıkar.
Erkeklerin sistematik planlama gücü, kadınların toplumsal duyarlılığıyla birleştiğinde, ekonomik politikalar sadece etkin değil, adil hale gelir.
Bu sinerji, çeşitlilikten doğar: farklı bakış açıları çatışmaz, birbirini tamamlar.
Çünkü ekonomi, bir sayı değil; bir hikâyedir. O hikâyede herkesin yeri olmalıdır.
Forum tartışmasına davet
1. Sizce ihtiyaç, sadece bireysel bir kavram mı, yoksa toplumsal bir inşa mı?
2. Kadınların “bakım emeği” görünür hale gelse, ekonomik dengeler nasıl değişirdi?
3. Erkeklerin duygusal refahı neden hâlâ ekonomi tartışmalarında yok sayılıyor?
4. “Adil ihtiyaç” kavramını gündelik yaşamınızda nasıl tanımlarsınız?
5. Ekonomik adaletin ölçüsü sizce gelir mi, huzur mu, saygı mı?
Benim için “ekonomide ihtiyaç”, artık bir hesap değil, bir vicdan meselesi.
Peki sizin için? İhtiyaç dediğimiz şey, gerçekten kimin hayatını kolaylaştırıyor, kimin sesini susturuyor?
Haydi konuşalım — çünkü belki de en büyük ekonomik ihtiyaç, birbirimizi duymaktır.