tirazi
New member
Orta Oyununda Sahne Var mı? — Bir Kahvenin Dumanında Başlayan Hikâye
Bugün sizlerle küçük bir hikâye paylaşmak istiyorum, forumdaşlar. Belki de hepimizin bir köşesinden tanıdığı, eski bir tiyatro sahnesinin, bir kahve kokusuna sinmiş hatıralarını anlatacağım. Konu “Orta oyununda sahne var mı?” ama aslında mesele sahne değil; o sahnede kim olduğumuz, nasıl rol yaptığımız, bazen de o oyunun içinde gerçekten kim olduğumuzu unutmak.
Bir akşamüstüydü. Şehrin eski semtlerinden birinde, taş duvarlı bir kahvede oturuyordum. Yan masada iki kişi tartışıyordu. Biri kırklı yaşlarında, ciddi bakışlı bir adam — belli ki eski bir oyuncu, belki de yönetmen. Diğeri ise genç bir kadın, gözlerinde merakın ve coşkunun parıltısı. Sohbetleri ilgimi çekti.
“Orta Oyununda Sahne Olmaz!” — Dedi Adam
Adam elindeki kahveyi karıştırmadan konuşuyordu.
“Bak kızım,” dedi, “Orta oyunu dediğin şey sahneyle değil, seyirciyle var olur. Orada perdesi, dekoru, sabit bir alanı yoktur. Her yer sahnedir. Hatta bazen sokak, bazen bir han avlusu.”
Kadın, merakla başını yana eğdi. “Ama bir oyun değil mi bu? O zaman sahne gerekmez mi? Oyuncular nereye bakacak, seyirciyle aralarında bir sınır olmalı değil mi?”
Adam gülümsedi. “İşte mesele orada. Sınır yok. Seyirciyle oyuncu aynı dünyanın insanı. Orta oyununda sahne dediğin şey, insanın kalbidir. Kim dinliyorsa, kim izliyorsa, işte sahne orasıdır.”
O an fark ettim — adam çözüm odaklıydı. Düzeni, mantığı, geleneği korumak istiyordu. Kadın ise hisle, içgüdüyle konuşuyordu. Erkek bir oyun sisteminden bahsederken, kadın o sistemin içindeki duyguyu arıyordu.
Kadın: “Peki Kalp de Yalancı Olmaz mı?”
Kadın, ellerini masanın üzerine koydu. “Ama kalp de bazen sahte oynar,” dedi. “Birine gülümseriz ama içimiz ağlıyordur. O zaman o sahne gerçek mi olur?”
Adam kısa bir sessizlikten sonra derin bir nefes aldı.
“Kızım, işte o yüzden Orta oyunu güzeldir. Çünkü orada kimse mükemmel değildir. Kavuklu’nun da, Pişekâr’ın da hatası vardır. Seyirci onları izlerken kendini görür. O sahne, yalanı da doğrusu da içinde taşır. Ama sahte değildir — çünkü herkes bilir ki orada her şey bir oyundur.”
O an kadının gözleri parladı. “Yani sen diyorsun ki, sahne yok ama oyun var. Oyun yok ama sahne her yerdedir.”
Adam kahkaha attı. “Evet! Şimdi anladın işte. Orta oyunu, yaşamın ta kendisidir.”
Bir Erkek Mantığıyla, Bir Kadın Kalbiyle...
Forumdaşlar, o anda düşündüm. Erkeklerin stratejik, düzenli bakışı; kadınların empatik, ilişkisel yaklaşımı… Aslında bu iki yön Orta oyununda hep vardı.
Pişekâr, düzeni kuran, oyunu yönlendiren, stratejik aklı temsil eder. Kavuklu ise duygularıyla, saflığıyla, içtenliğiyle kadının kalbine yakın bir karakterdir. Biri sahneyi akılla kurar, diğeri kalple oynar. Ve bu ikisi bir araya gelince Orta oyunu doğar.
Yani, “Orta oyununda sahne var mı?” sorusu, aslında “Hayatta sahne var mı?” sorusuna dönüşüyor. Bizler de her gün bir oyundayız. Bazen Pişekâr gibi plan yapıyoruz, bazen Kavuklu gibi doğaçlıyoruz. Ama her durumda seyirci biziz, oyuncu da biz.
Eski Kahvehanenin Sessiz Sahnesi
Kahvede sohbet bittiğinde güneş batıyordu. Adam kalktı, bastonunu alıp kapıya yöneldi. Kadın arkasından “Peki, son bir şey sorayım,” dedi. “Eğer sahne her yerdeyse, oyun ne zaman biter?”
Adam durdu, başını çevirmeden söyledi:
“Perde kapanınca değil, insanlar anlamayı bırakınca biter.”
O an, kahvenin içi sessizleşti. Kahve kokusu, tahta sandalyelerin gıcırtısı, dışarıdaki serin rüzgâr… Hepsi bir sahnenin parçasıymış gibi geldi bana. O iki insanın diyaloğu, yüzlerce yıllık bir geleneği yeniden canlandırmıştı. Ve ben, o masada otururken fark ettim: Orta oyununda sahne gerçekten yoktu. Çünkü sahne bizdik.
Forumdaşlar, Sizce Hayatta Sahne Nerede Başlıyor?
Şimdi size sormak istiyorum, dostlar: Sizce gerçekten sahne yok mu?
Bir öğretmen sınıfta ders anlatırken, bir baba çocuğunu güldürürken, bir kadın pazar yerinde pazarlık yaparken… Bunlar da birer sahne değil mi?
Belki de hepimiz Orta oyununun modern oyuncularıyız. Biri stratejiyle, diğeri sezgiyle oynuyor. Ama oyun bitmiyor, çünkü sahne hep var — sadece yeri değişiyor.
Kimimiz rolünü ezberliyor, kimimiz doğaçlama yapıyor. Ama perde hiçbir zaman inmiyor.
Peki siz, kendi sahnenizi nerede kuruyorsunuz?
Belki bir kahvehanede, belki bir mesajda, belki de şu anda, bu forumda…
Son Sahne: Oyuncular Değil, Seyirciler Değişiyor
O gün orada, iki yabancının sohbeti bana bir şeyi öğretti: Orta oyunu sahnesizdir çünkü hayatın kendisi zaten sahnedir.
Adam, bir düzenin temsilcisiydi — aklı, geçmişi, kökü.
Kadın, duygunun temsilcisiydi — yeniliği, sorgulamayı, sezgiyi.
Ve ikisi bir araya geldiğinde ortaya anlam çıktı. Tıpkı forumlarda olduğu gibi: biri bilgiyi getirir, diğeri hisle şekillendirir. Sonuçta hepimiz öğreniriz.
Belki de Orta oyunu bu yüzden hâlâ anlatılır, hâlâ yaşar. Çünkü o oyun bitmedi — sadece seyircileri değişti.
O kahvehaneden çıktığımda, gökyüzü mor bir perde gibiydi. Hafif bir rüzgâr esti, bir çocuk sokakta kahkaha attı. Ve ben içimden dedim:
“Evet, Orta oyununda sahne yok… Çünkü sahne, insanın yüreğinde başlar.”
Forumdaşlar, siz ne düşünüyorsunuz? Gerçekten sahnesiz bir oyun olabilir mi?
Yoksa sahne, her duyguda yeniden kurulan görünmez bir alan mı?
Yorumlarınızı bekliyorum — belki hep birlikte bu hikâyenin devamını yazarız.
Bugün sizlerle küçük bir hikâye paylaşmak istiyorum, forumdaşlar. Belki de hepimizin bir köşesinden tanıdığı, eski bir tiyatro sahnesinin, bir kahve kokusuna sinmiş hatıralarını anlatacağım. Konu “Orta oyununda sahne var mı?” ama aslında mesele sahne değil; o sahnede kim olduğumuz, nasıl rol yaptığımız, bazen de o oyunun içinde gerçekten kim olduğumuzu unutmak.
Bir akşamüstüydü. Şehrin eski semtlerinden birinde, taş duvarlı bir kahvede oturuyordum. Yan masada iki kişi tartışıyordu. Biri kırklı yaşlarında, ciddi bakışlı bir adam — belli ki eski bir oyuncu, belki de yönetmen. Diğeri ise genç bir kadın, gözlerinde merakın ve coşkunun parıltısı. Sohbetleri ilgimi çekti.
“Orta Oyununda Sahne Olmaz!” — Dedi Adam
Adam elindeki kahveyi karıştırmadan konuşuyordu.
“Bak kızım,” dedi, “Orta oyunu dediğin şey sahneyle değil, seyirciyle var olur. Orada perdesi, dekoru, sabit bir alanı yoktur. Her yer sahnedir. Hatta bazen sokak, bazen bir han avlusu.”
Kadın, merakla başını yana eğdi. “Ama bir oyun değil mi bu? O zaman sahne gerekmez mi? Oyuncular nereye bakacak, seyirciyle aralarında bir sınır olmalı değil mi?”
Adam gülümsedi. “İşte mesele orada. Sınır yok. Seyirciyle oyuncu aynı dünyanın insanı. Orta oyununda sahne dediğin şey, insanın kalbidir. Kim dinliyorsa, kim izliyorsa, işte sahne orasıdır.”
O an fark ettim — adam çözüm odaklıydı. Düzeni, mantığı, geleneği korumak istiyordu. Kadın ise hisle, içgüdüyle konuşuyordu. Erkek bir oyun sisteminden bahsederken, kadın o sistemin içindeki duyguyu arıyordu.
Kadın: “Peki Kalp de Yalancı Olmaz mı?”
Kadın, ellerini masanın üzerine koydu. “Ama kalp de bazen sahte oynar,” dedi. “Birine gülümseriz ama içimiz ağlıyordur. O zaman o sahne gerçek mi olur?”
Adam kısa bir sessizlikten sonra derin bir nefes aldı.
“Kızım, işte o yüzden Orta oyunu güzeldir. Çünkü orada kimse mükemmel değildir. Kavuklu’nun da, Pişekâr’ın da hatası vardır. Seyirci onları izlerken kendini görür. O sahne, yalanı da doğrusu da içinde taşır. Ama sahte değildir — çünkü herkes bilir ki orada her şey bir oyundur.”
O an kadının gözleri parladı. “Yani sen diyorsun ki, sahne yok ama oyun var. Oyun yok ama sahne her yerdedir.”
Adam kahkaha attı. “Evet! Şimdi anladın işte. Orta oyunu, yaşamın ta kendisidir.”
Bir Erkek Mantığıyla, Bir Kadın Kalbiyle...
Forumdaşlar, o anda düşündüm. Erkeklerin stratejik, düzenli bakışı; kadınların empatik, ilişkisel yaklaşımı… Aslında bu iki yön Orta oyununda hep vardı.
Pişekâr, düzeni kuran, oyunu yönlendiren, stratejik aklı temsil eder. Kavuklu ise duygularıyla, saflığıyla, içtenliğiyle kadının kalbine yakın bir karakterdir. Biri sahneyi akılla kurar, diğeri kalple oynar. Ve bu ikisi bir araya gelince Orta oyunu doğar.
Yani, “Orta oyununda sahne var mı?” sorusu, aslında “Hayatta sahne var mı?” sorusuna dönüşüyor. Bizler de her gün bir oyundayız. Bazen Pişekâr gibi plan yapıyoruz, bazen Kavuklu gibi doğaçlıyoruz. Ama her durumda seyirci biziz, oyuncu da biz.
Eski Kahvehanenin Sessiz Sahnesi
Kahvede sohbet bittiğinde güneş batıyordu. Adam kalktı, bastonunu alıp kapıya yöneldi. Kadın arkasından “Peki, son bir şey sorayım,” dedi. “Eğer sahne her yerdeyse, oyun ne zaman biter?”
Adam durdu, başını çevirmeden söyledi:
“Perde kapanınca değil, insanlar anlamayı bırakınca biter.”
O an, kahvenin içi sessizleşti. Kahve kokusu, tahta sandalyelerin gıcırtısı, dışarıdaki serin rüzgâr… Hepsi bir sahnenin parçasıymış gibi geldi bana. O iki insanın diyaloğu, yüzlerce yıllık bir geleneği yeniden canlandırmıştı. Ve ben, o masada otururken fark ettim: Orta oyununda sahne gerçekten yoktu. Çünkü sahne bizdik.
Forumdaşlar, Sizce Hayatta Sahne Nerede Başlıyor?
Şimdi size sormak istiyorum, dostlar: Sizce gerçekten sahne yok mu?
Bir öğretmen sınıfta ders anlatırken, bir baba çocuğunu güldürürken, bir kadın pazar yerinde pazarlık yaparken… Bunlar da birer sahne değil mi?
Belki de hepimiz Orta oyununun modern oyuncularıyız. Biri stratejiyle, diğeri sezgiyle oynuyor. Ama oyun bitmiyor, çünkü sahne hep var — sadece yeri değişiyor.
Kimimiz rolünü ezberliyor, kimimiz doğaçlama yapıyor. Ama perde hiçbir zaman inmiyor.
Peki siz, kendi sahnenizi nerede kuruyorsunuz?
Belki bir kahvehanede, belki bir mesajda, belki de şu anda, bu forumda…
Son Sahne: Oyuncular Değil, Seyirciler Değişiyor
O gün orada, iki yabancının sohbeti bana bir şeyi öğretti: Orta oyunu sahnesizdir çünkü hayatın kendisi zaten sahnedir.
Adam, bir düzenin temsilcisiydi — aklı, geçmişi, kökü.
Kadın, duygunun temsilcisiydi — yeniliği, sorgulamayı, sezgiyi.
Ve ikisi bir araya geldiğinde ortaya anlam çıktı. Tıpkı forumlarda olduğu gibi: biri bilgiyi getirir, diğeri hisle şekillendirir. Sonuçta hepimiz öğreniriz.
Belki de Orta oyunu bu yüzden hâlâ anlatılır, hâlâ yaşar. Çünkü o oyun bitmedi — sadece seyircileri değişti.
O kahvehaneden çıktığımda, gökyüzü mor bir perde gibiydi. Hafif bir rüzgâr esti, bir çocuk sokakta kahkaha attı. Ve ben içimden dedim:
“Evet, Orta oyununda sahne yok… Çünkü sahne, insanın yüreğinde başlar.”
Forumdaşlar, siz ne düşünüyorsunuz? Gerçekten sahnesiz bir oyun olabilir mi?
Yoksa sahne, her duyguda yeniden kurulan görünmez bir alan mı?
Yorumlarınızı bekliyorum — belki hep birlikte bu hikâyenin devamını yazarız.